Tahtakale ve Rüstem Paşa Camii Turu

Tahtakale; Bizans’tan Osmanlı’ya, hatta oradan günümüze kadar hep ticareti, iş hayatını ve parayı çağrıştırılmış. Mal canın yongası elbette ama bir de insanın şehrin sesini duyması, anlattıklarını dinlemesi var ki işte o “hayali cihan değer”… Bu düşüncelerle yola çıktım; bir Sinan şaheserini ve ona eşlik eden tarihi yapıları görmeye, hikâyelerini dinlemeye, Tahtakale’ye geldik.

Tahtakale

Tahtakale‘nin labirent benzeri sokaklarını keşfetmek size İstanbul’un eski günlerini hatırlatacak. İnsanların alışveriş sırasında pazarlık ettikleri, pazarlık ederken de ahbaplıklar kurdukları günleri… Bu sokaklarda aradığınız hemen hemen her şeyi bulabilirsiniz; paketleme malzemeleri, çocuk oyuncakları, incik-boncuk, bıçak, baskül, yorgan ve hatta yeni yıl süsleri.

Eski İstanbul’un tarihi merkezlerinden birinde gezerken göreceğiniz kafe ve restoran levhalarının sizi sıradan mekânlara götüreceğini sanmayın. Soluklanmak için oturduğunuz kafelerden birinin bir XV. yüzyıl hamamı olduğunu görüp şaşırabilirsiniz. Tahtakale Hamamı çevre esnafının kullanması için yaptırılmış. İstanbul’un en eski ve en geniş hamamlarından biri olarak kabul edilen bu görkemli yapı 5000 metrekareden büyük bir alana sahip. Zor günler geçirmiş bu tarihi hamam; I. Dünya Savaşı’ndan sonra satılmış, 1980’li yıllarda soğuk hava deposu olarak kullanılmış.

1988’de başlayan ve yaklaşık beş yıl süren restorasyon sırasında yedi yüz kamyon moloz çıkartılmış içinden. Rüstem Paşa Camii’nin yakınında yer alan hamamda kadın ve erkek bölümleri ayrı yapılmış. Bugün bir kafeye ve sıradan dükkânlara ev sahipliği yapıyor. Restorasyonu özensiz olunca ortaya vasat bir yapı çıkmış, geçmişin görkemli izleri silinmiş.

Rüstem Paşa Camii

Rüstem Paşa Camii’ni denizden baktığınızda algılamak yakına geldiğinizde ayırt etmekten çok daha kolay, çünkü Tahtakale’yi çevrele] yen kaosun arasında gömülü kalmış. 1561 yılında Kanuni Sultan 1 Süleyman’ın damadı ve veziri Rüstem Paşa için Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş. Daha önceleri caminin yerinde bulunan Halil Efendi Mescidi çukurda kaldığı için Sinan caminin altına yaptığı dükkânları platform olarak kullanmış ve böylece cami yüksek bir zeminin üstüne oturur hale gelmiş. Aşağıdan merdivenle çıkılarak girilen cami, baştan aşağı İznik çinileriyle kaplı, özellikle lale motifi olanlar Osmanlı çinicilik sanatının en nadide örneklerinden.

Cami büyük ihtimalle yeni kaybettiği kocasının anısına Mihrimah Sultan tarafından yaptırmış. Genellikle camilerin en az iki minareli yapıldığı şehirde tek minareli bu bina oldukça mütevazı bir görüntü veriyor. Dış görünüş yanıltmasın sizi, yapı duvarlarından mihrab ve mimberine kadar her şeyin çinilerle kaplı olduğu muhteşem bir eser. İznik çinilerinin taklit edilemeyen ünlü mercan kırmızısıyla yapılmış lale ve karanfil desenleri olağanüstü. Newsweek dergisi camiyi dünyanın 50 mücevheri üstesine almıştı. 1666 ve 1776 yıllarında çıkan yangınlardan etkilenen ve restorasyonlar geçiren caminin orijinal çinilerinden bazıları ne yazık ki çalınmış.

Damat Rüstem Paşa

Kanuni Sultan Süleyman’a iki farklı dönemde sadrazamlık yapan Rüstem Paşa (1500-1561), Mihrimah Sultan’ia da evlenerek padişahın damadı olmuş. “Damat” lakabını bu yüzden almış. Kayınvalidesi Hurrem Sultan (Rokselana) ve eşiyle birlikte Şehzade Mustafa’nın öldürülmesine sebep olduğu düşünülüyor.

Karşıtlarının kendisini gözden düşürmek için çıkardığı “cüzzamlıdır” dedikodusu yayıldığı sırada üzerinde bit çıktığı için yazılan “Olursa bir kişinin bahtı kavi talihi yar! Kehlesi dahi mahallinde onun işine yarar” (Ballı kişinin üstünde bit çıksa işe yarar) beyi-tinden sonra bir lakabı da “Kehle-i İkbal” olarak kalmış, çünkü o zamanlar cüzzamlı insanlarda bit olmayacağı düşünülürmüş. Yaşadığı dönemde padişahtan sonra en zengin insan olduğuna inanılan Rüstem Paşa, bu muhteşem servetinin bir kısmını Cağaloğiu’ndaki Rüstem Paşa Medresesi ve Karaköy’deki Rüstem Paşa Hanı’nın yapımına harcamış. Şehzade Mehmed için yapılan camide Şehzade Mehmed’in yanına gömülmüş.

Muhteşem Sanatın Dökümü İznik Çinileri

Türkiye’de çinicilik tarihi çok eski ve M.Ö. 7000 yılına kadar uzanıyor. Ancak en değerli olanları XVI. yüzyıldan sonra yapılanlar. 1514 yılında Tebriz’in alınmasıyla birlikte Acem çini ustaları İznik’e taşınmışlar ve çini sanatının gelişmesine katkı sağlamışlar. İznik, lale ve karanfillerde kullanılan ender ve değerli mercan kırmızısının ilk üretildiği yer. XVII. yüzyıldan sonra meşale Kütahya’ya devredilmiş.

Civardaki Hanlar

Rüstem Paşa Külliyesi’nde iki han var: Büyük Çukur Han ve Küçük Çukur Han. Her ikisi ne baharat deposu olarak kullanılıyor. Rüstem Paşa Camii’nin yakınında iki han daha var. Yuvarlak kemerleri V. yüzyıldan kalma gibi duran Balkapanı Han muhtemelen İstanbul’daki hanların en eskisi. Yakınlarındaki Hur-malı Han göreceli olarak daha yeni ve Bizans döneminden kalma tuğla tonozlara sahip.

Zindan Han

Eminönü’nde, Haliç teknelerinin yanaştığı yerin yakınında, sahilde bulunan Zindan Han, XIX. yüzyılda batı mimari tarzında inşa edilen en büyük üçüncü han. Bina restore edildi ve günümüzde Haliç manzaralı Storks Restaurant’a ev sahipliği yapıyor.

Hanın hemen yanındaki dikdörtgen planlı Cafer Baba Kulesi, Haliç’teki surlardan günümüze bozulmadan ulaşabilen tek Bizans kulesidir. İçinde IX. yüzyılda Abbasilerin yöneticisi Harun El-Reşid’in elçisi olarak İstanbul’ gelmiş ve kuleye hapsedilmiş olan Cafer Baha’nın türbesi var. Binanın bodrumumdaki türbesi XVII. yüzyıl gezgini Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi, özellikle eski mahkûmlar tarafından ziyaret edilen kutsal bir yer haline gelmiş. Yanında yatan Ali Baba, Cafer Baha’nın İslâmî seçen gardiyanıymış.

Hemen yandaki küçük Ahi Çelebi Camii, 1523 yılında Mekke’den yaşadığı yere dönerken buradan geçen bir hekim için inşa edilmiş. Evliya Çelebi, seyahatlerine bu camide uyuyakalıp rüyasında Hz. Muhammed’den “şefahat”yerine yanlışlıkla “seyahat” istemesiyle başlamış. Cami,i98o’li yıllardaki Haliç çevre düzenleme çalışmalarından 1539 ve 1653 yıllarında çıkan yangınların ve 1894 depreminin verdiği ağır hasarlara eş bir zarar görmüş. Neyse ki 2009’da bütünüyle restorasyondan geçti.